Galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Emre Akbaba... 6’ya 6 maç... Ve Galatasaray!

Yıl 2010... Haziran ayı.
Yer Fransa.
Lyon’da futbolcu seçmeleri var.
“Avrupa’nın Yıldızları” adlı kuruluş tarafından düzenlenen bu organizasyona büyük ilgi gösteriliyor.
Avrupa’nın dört bir yanından gelen teknik adamlar bu maçları dikkatle izliyor.
Karşılaşmalar kıran kırana geçiyor.
Genç isimler tüm yeteneklerini ortaya koyuyor.
Maçların büyük bölümü nizami sahada yapılıyor. Tabii 11’e 11.
Gözde isimler burada oynuyor.
Bir de ufak bir saha var. Yan tarafta. Nizami ölçülerden uzak. Ufak... Ufak olduğu için de... Buradaki maçlar 6’ya 6 oynanıyor.
İkinci plandaki isimler burada top koşturuyor. 
İşte böyle bir ortamda... Tüm teknik adamlar pür dikkat büyük sahayı izlerken... Yan taraftaki ufak sahaya bakan hiç yok.
Tüm gözler büyük sahada.
İlerleyen dakikalarda... Büyük sahanın kenarında bulunan bir Türk teknik adam... Uzaktan da olsa... Ufak sahayı izlemeye başlar.
Her geçen dakika gözü artık bu ufak sahadadır.
Çünkü bir futbolcu dikkatini çeker.
Çok yeteneklidir bu futbolcu.
Nitekim... Bu teknik adam büyük sahayı bırakır... Yan taraftaki ufak sahaya geçer.
Çok kısa bir zaman dilimi içerisinde... Bu futbolcudaki büyük yeteneği çok net görür.
Öyle ki... Bu futbolcunun dar alandaki paslaşmaları... Nefis şutları... Topu alışı... Verişi... Araya pas uzatışı... Gole yakınlığı... Raket gibi sol ayağı... Tekniği ve zekası... Çok farklıdır.
Lafı uzatmaya gerek yok. Bu futbolcu Emre Akbaba’dır.
Ufak sahada 6’ya 6 oynanan maçta 5 dakika içinde keşfedilen Emre Akbaba.

Emre Akbaba
Keşfeden ise... Alanyaspor’un o dönemki teknik direktörü Kamil Kabay.
Kamil Kabay
Kabay maç sonrası önce Emre Akbaba ile görüşür.
Sonra da babası Selami Akbaba’yla... Gerekli izni alır.
Emre’yi Alanyaspor’un seçmelerine davet eder. “Seni bekliyoruz” der.
Emre, ağabeyi Yunus Akbaba’yla birlikte Alanya’ya gelir.
Seçmeler yapılır. Bu seçmelere Avrupa’nın değişik ülkelerinden yine çok sayıda genç katılır.
Haziran ayındaki deneme kampı bir hafta sürer.
Emre Akbaba her bakımdan yine çok büyük beğeni toplar. Tam not alır.


Henüz 17 yaşındadır Emre.
Kamil Kabay, Emre’yle konuşur. Yol haritasının ne olması gerektiğini söyler. U19 takımında gelişimine destek olmayı önerir.
Önerir ama... Emre’ye cazip gelmez. Fransa’da doğup büyüyen Emre... İlk defa gurbete çıkacağı için... Ve de ailesinden ayrı kalacağı için... Teklife sıcak bakmaz.
Yine de açık kapı bırakır.
“Hocam... Bu teklifiniz önümüzdeki sezon için de geçerli mi” diye sorar.
Olumlu yanıt alır.
Kabay ve Emre vedalaşır.

Mehmet Özdilek
Aradan tam 1 yıl geçer.
Alanyaspor’dan ayrılan Kamil Kabay, Antalyaspor’da alt yapı koordinatörüdür artık.
Nitekim... Kabay hemen gerekeni yapar. Emre’yi arar.
Kamil Kabay ve Emre Akbaba bu kez Antalyaspor’da buluşur. Antalyaspor A2 takımında.
O günlerde... Antalyaspor A takımı Avusturya kampındadır.
Takımın başındaki kişi ise... Kim midir? Mehmet Özdilek... Yani Şifo Mehmet!
Her zaman genç futbolculara çok güvenen Özdilek, kampa 2 genç futbolcu çağırmak ister.
Bunun üzerine... Antalyaspor Futbol Direktörü Sedat Karabük, Kamil Kabay ile görüşür... Gerekli karar hemen verilir.
Emre Akbaba, Avusturya kampına gönderilir.
Fakat! Aksilik bu... Emre Akbaba, Avusturya kampının ilk gününde... Yatağa düşer. Ateşi yükselir. Hastalanır.
Teşhis, tedavi derken... Toparlanma süreci çok zor geçer.
Kulüp doktorunun görüşü doğrultusunda... Paris’teki evine geri gönderilir.
Şöyle ki... Kulüp bünyesindeki bazı yöneticiler “Emre’yi bu şekilde transfer edersek bazı sıkıntılar yaşayabiliriz” der.
Emre’nin transferi askıya alınır.
Çok üzülür Emre... Hayalleri ötelenmiştir çünkü.
Ama... İşin peşini bırakır mı hiç!
İnançlı... Hırslı... İyi niyetli... Azimli olduğu için...
Antalyaspor yöneticilerini ve teknik adamlarını sürekli arar.
“Çağırdığınız zaman Antalyaspor’a gelirim. Hem de koşa koşa” der.
Bıkmaz. Usanmaz. İletişimi hiç kopartmaz.
Nitekim... Bu süre zarfında hiçbir kulüple anlaşmaz. Sözünde durur. Bekler.
Aradan 9 ay geçer.
Tarih 8 Nisan 2012.... Yine bir seçme... Yer bu kez Almanya... Frankfurt.
İyi bir organizasyon çerçevesinde... Kamil Kabay Frankfurt’taki bu seçmeleri de izler.
Tabii Emre Akbaba yine sahadadır.
Yine tüm yeteneklerini ortaya koyar. Yine seçilmeyi bekler.
Kamil Kabay maç biter bitmez Sedat Karabük’ü arar. “Her türlü riski göze alıyorum. Bu genç yeteneği önce Antalyaspor’a, sonra da ülke futboluna kazandıralım” der.
Sedat Karabük’ü bilenler iyi bilir. Ülke futbolunun en iyi eğitimcileri arasında yer alır. Yetenekli futbolcuyu yürüyüşünden tanır. Zaten Süper Lig’de top koşturan onlarca ismi çocuk yaşta keşfetti.
Bu doğrultuda... Kollar sıvanır. Emre tekrar Antalyaspor’a kazandırılır.

Sedat Karabük
Emre’nin 2012-13 sezonunda Antalyaspor A2 takımı ile başlayan resmi yolculuğu... Çok güzel seyreder.
Aynı sezon 6 Kasım’da Kahramanmaraş’ta oynanan bir maçın ardından... Kahramanmaraşspor Kulübü yöneticilerinden güzel bir teklif alır Emre...
Kiralık olarak Kahramanmaraşspor’a gider.
Sonrasında Antalyaspor’a geri döner. Ardından... Antalyaspor ile Alanyaspor arasında gerçekleşen çok özel bazı görüşmelerin neticesinde...
Ver elini Alanyaspor!
Bu süreç içerisinde adeta taş üstüne taş koyar. Müthiş aşama kaydeder. Kendisine güvenenleri mahcup etmez.
Ve akabinde... Bir futbolcunun yaşayabileceği en büyük onuru yaşar. A Milli Takım’a çağrılır. Büyük bir gururla Ay-Yıldızlı formayı taşır.
Yarınlar için neler yapabileceğinin mesajını da çok net bir biçimde verir.
Emre Akbaba
Emre Akbaba artık ülke futbolunun çok önemli isimleri arasındadır.
Fransa Lyon’da... Ufak bir sahada... 6’ya 6 verilen mücadele... Alkışlanacak ve saygı duyulacak bir şekilde bugünlere kadar devam eder.
Elbette ki... Bu şahane tabloda... Emre’deki yetenek... Hırs ve özveri... Yılmaz bir savaşçı yapı... Büyük bir inanç var.
Tabii bir de... Emre’yi bulan... Lyon’da izlediği kısa süre içerisinde üstün yeteneği çok iyi gören... Türkiye’ye getiren... Emre’nin ülke futboluna kazandırılmasında çok büyük emeği geçen... Kamil Kabay var.
Profesyonel futbolcu olarak ülke futboluna çok uzun yıllar hizmet veren Kamil Kabay, bilgisi ve deneyimi doğrultusunda teknik adam olarak da yine önemli bir icraata imza atmış oldu.
Görünmez kahramanlardan biri olarak bir kez daha alkış topladı.

İzninizle... Şu anekdotu da aktarayım.
Bu yıl Antalya’da yapılan UEFA Pro-Lisans semineri sırasında bir panel düzenlendi. Levent Özçelik’in yönettiği panele Emre Akbaba da konuk olarak katıldı.
Emre kendisine yöneltilen bir soru üzerine... Fransa’daki alt yapı hocasının “Siz çalışmanıza bakın. Her zaman sizi izleyen bir çift göz vardır” dediğini bildirdi.
O anda Emre’ye... “Senin için o bir çift göz kimdir” diye soran olmadı.
Panelin bitiminde... Sohbet esnasında... Levent Özçelik, Emre’ye “Senin için o bir çift göz kimdir” diye sordu.
Emre hiç tereddütsüz “Kamil Kabay hocamdır” cevabını verdi.

Ve ardından... Hemen yanında bulunan Kamil Kabay’a sıkı sıkı sarıldı.
Saygısını ve vefasını ortaya koydu.
Kabay da büyük onur ve mutluluk duydu.

Bazı kişilerin de hakkını önemle vereyim.
2010 yılında Alanyaspor Kulübü Başkanı Hakan Dizdaroğlu ve yönetim kurulu, ülke futboluna genç isimleri kazandırmak için büyük çaba gösterdi.
Zaten bu doğrultuda Kamil Kabay ve birbirinden değerli ekip arkadaşları başta Fransa ve Almanya olmak üzere pek çok ülkeye gitti. Alanyaspor’un o dönemki yönetimini ve teknik ekibini gönülden kutlamak gerekiyor.
Tabii ayrıca... Genç yeteneklerin keşfedilmesi için bu güzel organizasyonu gerçekleştiren “Avrupa’nın Yıldızları” isimli kuruluşu da tebrik etmek lazım.
Emre’nin bu serüveninde... Başta Emre’nin çok saygı duyulası azmi, iradesi, sabrı ve çalışkanlığı olmak üzere... Çok sayıda kişinin özverisi, bilgisi ve deneyimi bulunuyor.
Haliyle... Türk antrenörlerine imkan tanınırsa... Sabırlı olunursa... Ortam oluşturulursa... Çok büyük cevherler ortaya çıkıyor.
Kulüplerimiz artık “armut piş, ağzıma düş” zihniyetinden tamamen uzaklaşsa... Genç isimlere kucak açılsa...
Ahbap çavuş ilişkilerinden uzaklaşılsa.... Bilgili ve görgülü teknik adamlara şans tanınsa.
Haliyle... İçi geçmiş isimler için paralar harcanmasa...
Cambaz menajerlere ve taklacı yöneticilere paralar kaptırılmasa...
Kazanan Türkiye ve Türk futbolu olur.
Bilinmelidir ki... Yurdumuzun ve Avrupa’nın dört bir köşesinde keşfedilmeyi bekleyen ne Emre’ler var.

6 Ağustos 2018 Pazartesi

Galatasaray Vida’yı niye alamadı?

Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için şu hususu hemen belirtmek istiyorum.
Görmüş olduğunuz bu belge... 20.12.2017 tarihini taşıyor.
Yani 8 ay öncesi.
Galatasaray ara transferde Domagoj Vida’yı kadrosuna dahil edebilmek için bundan tam 8 ay önce resmi bir teklif sundu.
Galatasaray antetli bu resmi teklifin altında o dönem futbol direktörü olarak görev yapan Cenk Ergün’ün imzası bulunuyor.
Merak edilen ilk husus şu olsa gerek: Vida’yı önerilen miktar neydi? Yıllık kaç para üzerinden kaç yıllık sözleşme önerildi?
GALATASARAY VİDA’YA YILLIK 3 MİLYON 750 BİN EURO ÖNERDİ
Belgede de görüldüğü üzere... Vida’ya yıllık ücret 3 milyon 750 bin Euro teklif edildi.
Sözleşme süresi ise... 1 yılı opsiyonlu olmak üzere 4,5 yıl.
Malumunuz, bu teklif devre arasında olduğu için... Vida’ya ilk yarım sezon için de 1 milyon 875 bin Euro önerildi.
Domagoj Vida
GALATASARAY’IN TOPLAM TEKLİFİ 19 MİLYON 875 BİN EURO
Bir de şu var: Vida’ya 3,5 milyon Dolar da imza parası teklif edildi.
Toplayalım... 4,5 yılın karşılığı 16 milyon 875 bin Euro ediyor. 3,5 milyon Dolar imza parasını da ekleyelim. 3,5 milyon Dolar yaklaşık 3 milyon Euro ettiğine göre... Karşımıza çıkan toplam miktar 19 milyon 875 bin Euro.
Tabii yaklaşık 1,5 milyon Euro tutarındaki menajerlik ücretini de unutmayalım.
Sonuç? Vida, Galatasaray’ın 19 milyon 875 bin Euro tutarındaki teklifini geri çevirdi, Beşiktaş’ı tercih etti.

BEŞİKTAŞ’TAN ALACAĞI TOPLAM ÜCRET 16 MİLYON 400 BİN EURO
Peki... Beşiktaş, Vida’yı kadrosuna ne kadara dahil etti? Yani 4,5 yıllık miktar nedir? 16 milyon 400 bin Euro...
Yani... Galatasaray’ın önerdiği miktardan 3 milyon 475 bin Euro daha az.
BU SEZON 3 MİLYON 200 BİN EURO’YA TOP KOŞTURACAK
Detay vereyim.
Vida’nın Beşiktaş’la imzaladığı sözleşmenin kapsamı aynen şöyle:
2017-18 sezonu: (Yarım sezon): 1,5 milyon Euro.
2018-19 sezonu: 3 milyon 200 bin Euro.
2019-20 sezonu: 3 milyon 300 bin Euro.
2020-21sezonu: 3 milyon 400 bin Euro.
2021-22 sezonu 3 milyon 500 bin Euro.
Başka... Bir de imza parası var. Ne kadar mı? 1,5 milyon Euro... 3 eşit taksitte... Yani 500’er bin Euro halinde.
Toplayalım mı! 4,5 sezonun karşılığı 14 milyon 900 bin Euro ediyor.
Üzerine 1,5 milyon Euro imza parasını da ekleyelim: Ne etti? 16 milyon 400 bin Euro.
PROTOKOLDE 3,5 MİLYON DOLARLIK MÜEYYİDE VARDI
Bonuslar açısından arada çok önemli fark olmadığını da belirtmek isterim.
Şimdi geldik konunun can alıcı noktalarından birine...
Olay şu:
Beşiktaş, ileriyi düşünerek... Vida ile bundan tam 1 yıl önce protokol imzalamıştı.
Tarihini de söyleyeyim. 14 Ağustos 2017.
Protokolde şöyle de bir madde vardı: Vazgeçen taraf 3,5 milyon Dolar ceza öder.
Yani, Beşiktaş vazgeçerse Vida’ya, Vida vazgeçerse Beşiktaş’a 3,5 milyon Dolar ödeyecekti.
GALATASARAY’DAN “VAZGEÇ” PARASI!
Peki... Galatasaray, Vida’ya imza parası olarak ne önermişti? Belgede de görüldüğü üzere... 3,5 milyon Dolar.
Dikkatinizi çekerim. Euro değil, Dolar... Önerilen tüm miktarlar Euro olmasına karşın, imza parası Dolar üzerinden.
Belli ki... Galatasaray’ın önerisi... “Beşiktaş’tan vazgeç... Cezai müeyyideyi biz ödeyelim” önerisi!
Hem haber kaynaklarım bunu söylüyor, hem de mantık bunu gerektiriyor.
ÖZBEK MÜTHİŞ BİR HAMLE YAPACAKTI

Galatasaray’da o dönem başkanlık koltuğunda Dursun Özbek oturuyordu.
Üstelik... Galatasaray’da başkanlık seçimi vardı. Tam 1 ay sonra seçim olacaktı.
Özbek ve ekibi, Vida gibi son derece değerli bir ismi kadroya dahil ederek, saha içi başarıyı artırmanın yanısıra... Seçim öncesi de müthiş bir hamle yapmış olacaktı.
En az bunlar kadar önemlisi... Ezeli rakip Beşiktaş, Vida’dan mahrum kalacaktı.
VİDA 475 BİN EURO DAHA AZINA BEŞİKTAŞ’A GİTTİ
Tabii gerçekçi olalım.
Vida, Beşiktaş’la imzaladığı protokolü çiğneseydi eğer... Yani Galatasaray’a gitmiş olsaydı... Galatasaray’dan alacağı 3,5 milyon Dolar’ı, protokol gereği, Beşiktaş’a vermek zorunda kalacaktı.
Vida sayesinde Galatasaray’ın parası Beşiktaş’a geçecekti.
Galatasaray’ın kasasından çıkıp da... Vida’nın cebine girecek para ise 16 milyon 875 bin Euro olarak kalacaktı.
Peki... Vida’nın Beşiktaş’la imzaladığı sözleşmedeki toplam miktar neydi? 16 milyon 400 bin Euro...
Yani... Vida’nın cebine girecek para açısından durumu bir kez daha değerlendirirsek... Tablo şu: Vida, Galatasaray’dan alacağı paranın 475 bin Euro daha azına... Beşiktaş’a gitti.
İlginç değil mi?
SÖZÜNDE DURDU
Tabii her şey para değil.
Söz, paradan daha önemlidir.
Vida da sözünde durmuş oldu.
Beşiktaş’ın geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde mücadele verdiğini de unutmayalım.
MENAJERE 1 MİLYON 200 BİN EURO
Bu transfer esnasında... Menajer olarak Uğur Avadan’ın komisyonu da 1 milyon 200 bin Euro olarak kayıtlara geçti.
ŞİMDİ EN AZ 15-20 MİLYON EURO
Vida, bildiğiniz gibi, Beşiktaş’a Dinamo Kiev’den bonservisi elinde geldi. Bonservisine para verilmedi yani... Beşiktaş Vida’yı şimdi satmak istese... 15-20 milyon Euro kazanır... Ve hatta telaffuz edilen rakam çok daha fazlası.
ŞÖYLE DE BİR İDDİA VAR
Yazıp yazmamak da çok tereddüt ettim ama...
İddia şu:
Beşiktaş’ın, Vida ile imzaladığı ilk protokolde... Yıllık ücret daha düşüktü. Ne kadar mıydı? 3 milyon Dolar.
Ve hatta... Yine ilk protokolde... Sözleşme süresi 4,5 yıl değil, 3,5 yıl idi.
Yani, toplam teklif 10,5 milyon Dolar tutuyordu.
Sonra... Galatasaray devreye girince... Vida, Beşiktaş’la tekrar pazarlık masasına oturdu. Durumu anlattı. Galatasaray’dan gelen belgeyi gösterdi. Tüm rakamları ortaya koydu. Karşılaştırdı. Düzenleme yapılmasını istedi.
Ve... Ücretini yüklü miktarda artırdı.
Bunun üzerine... Beşiktaş yönetimi, yarınlarda sorun çıkmaması için... Geçmişe dönük... Yeni bir protokol hazırladı. Devreye bu ikinci protokol sokuldu. İlk protokol imha edildi.
HABER HABERDİR, TAKİP GEREKİR
İddia bu... Ama üstüne basa basa şu hususu önemle belirtmem gerekiyor: Bu iddiayı çok uzun süredir araştırıyorum. Her kapıyı çaldım. Güvenilir dostlarla görüştüm.
Doğrulatamadım.
Benim öğrendiğim şu: Ortada tek bir protokol var. Bu protokol ile... İmzalanan sözleşme... Birebir aynı.
İki ayrı protokol yok.
Varsa eğer... Tabii bulursam... Yayımlarım.
Haber haberdir. Takip gerekir.
KAP’A BİLDİRİLMEDİ
İddiayı ortaya atan kişiler... “Konuya vakıfız... Zaten Cenk Ergün, Beşiktaş ile Vida arasında imzalanan ilk protokoldeki tüm miktarları bildiği için, Galatasaray adına yıllık sadece 3 milyon 750 bin Euro önerdi. Yoksa... Beşiktaş’ın teklifine yakın bir teklif değil, çok daha fazlasını önerirdi ve Vida’yı transfer ederdi” şeklinde vurgu yaptılar.
Bir de şu var. Beşiktaş, her türlü transferi Kamuyu Aydınlatma Platformu’na bildirmesine rağmen... Vida’nın resmi sözleşmesi KAP’a bildirilmedi. Niye?
Sebebini söyleyen olursa yazmaktan da mutluluk duyarım.
Önemli olan, doğruları aktarmak.
BEŞİKTAŞ İYİ HAMLELER YAPTI
Eğri oturalım, doğru konuşalım.

Beşiktaş kurmay heyeti, Vida’nın transfer sürecini çok iyi götürdü.
Son derece başarılı icraatlara imza attı.
Kutlamak gerekir.
Öyle ya, Beşiktaş, Vida ile geçen yıl bu zamanlar protokol imzaladı. Tam tarihi 14 Ağustos 2017. O tarihlerde Vida’nın Dinamo Kiev ile sözleşmesi devam ediyordu. Galatasaray ise devreye çok geç girdi. Şöyle ki... Vida’nın Dinamo Kiev ile sözleşmesi 1 Ocak 2018’de bitecekti. Galatasaray sözleşmenin bitimine 11 gün kala, yani 20 Aralık 2017’de Vida’ya teklif yaptı. Geç bir hamleydi elbet bu. Haliyle ortalık karıştı. Ne olduysa bundan sonra oldu.
Şöyle bir düşünün... Vida, Galatasaray’a gitseydi... Beşiktaş’ın yerine Galatasaray’ı tercih etseydi... Yani protokolü çiğneseydi... Neler olurdu acaba?
Beşiktaş açısından iyi olmazdı elbet.
Hatta... Ülke futbolunda hafif bir sallantı olurdu.
Ne de olsa ortada Beşiktaş ile Vida arasında imzalanan bir protokol vardı.
Bu protokolü de duymayan kalmamıştı!
FENERBAHÇE DE İSTEMİŞTİ
Bir not daha vereyim. Geçen yıl bu zamanlar, Fenerbahçe de Vida’yı transfer etmek istedi. Ama bu görüşmeler.
.. Kulüp düzeyinde kaldı. Vida’nın o günlerde sözleşmesi devam ettiği için... Gerçekleşmedi. Fesih bedeli konusunda her iki kulüp arasında anlaşma sağlanamadı.
Bir parantez açayım. Bakarsınız Fenerbahçe’nin teklif belgesini de yarınlarda ele geçirebilirim.
VİDA ALKIŞLARI TOPLADI
Unutmadan... Vida’yı da kutlayalım. Her ne kadar Beşiktaş forması altında geçen sezon gerçek randımanını veremese de... Hırvatistan formasıyla Dünya Şampiyonası’nda alkışları topladı.
Son olarak...
Bu yazıyı herhangi bir kişiyi ya da kurumu eleştirmek için kaleme almadığımın bilinmesini isterim.
Anlattıklarımın tamamını.... “İlginç bir transfer öyküsü” olarak değerlendirmek gerekir.
Konu ile ilgili olarak... Kişilerden ya da kulüplerden... Bir açıklama ya da düzeltme gelirse... Mutluluk duyarım.
Görüşmek üzere... Hoşçakalın.


3 Ağustos 2018 Cuma

Alaçatı gerçekleri... Medyayı kullanan kim?

Hatırlarsınız elbet... Alaçatı olaylarıyla ilgili geçen hafta bir haber yayımladım.
Tüm belgeleri ortaya koydum.
Ne yazıyordu bu belgelerde?
Fatih Terim: Önce yumruk attım, sonra tokatladım.
Selahaddin Aydoğdu: Fatih Terim yumruk attı, darp etti.
Dün... Selahaddin Aydoğdu bir basın açıklaması yaptı.
Aydoğdu’nun bu açıklamasında şu ifade dikkatimi çekti:
  • İlgili şahsın (Fatih Terim’in) hala çirkin bir şekilde BİR KISIM MEDYAYI DA KULLANARAK kamuoyunu aldatıp, ahlaka uymayan davranışıyla kamuoyunda zedelenen imajını düzeltme çabasıdır.
Direkt söyleyeceğim. Sayın Aydoğdu... Bu sözleriyle ayıp etti.
Konuyu biraz açayım. Açayım ki, medyayı kim kullanıyor belli olsun.
Önce şu vurguyu yapayım. Haber kaynağımın kim olduğu elbette ki benimle birlikte mezara gidecek. Ama şu kadarını söyleyeyim. Yayımladığım belgeler Fatih Terim ya da yakınlarından gelmedi. Zaten gelecek olsaydı 10 ay öncesinden gelirdi. Çünkü Terim ve Aydoğdu bu ifadeleri yetkili mercilere 10-11 ay önce verdi.
Sayın Aydoğdu iki gün önce beni aradı. Uzun uzun konuştuk. 3 konuşmamızın toplam süresi 32 dakikayı buldu.
İlginç bir yaklaşım gösterdi.
Nasıl mı? Medyada yayımlanan belgelerden haberinin olmadığını söyledi. Düşünebiliyor musunuz, neredeyse tüm Türkiye gördü, okudu, öğrendi ama olayın baş aktörlerinden biri olan Aydoğdu’nun yayımlanan belgelerden haberi yoktu.
“Medyayı pek takip etmem” dedi.
Belli ki birilerinden işitmiş... “Yazılanlar yanlış, yetersiz” dedi. İthamda bulundu.
Rotayı biraz değiştirdi, “İfademi alan görevliler eksik yazmış olabilir” dedi.
Belgeleri benden istedi.
Ben de Whatsapp’tan yolladım.
1 dakika sonra tekrar aradı, “Evet... Bu ifadelerin altındaki imza benim” dedi.
Hatta ben de “Kendinizle ilgili bir belgeyi imzalamadan önce niye okumuyorsunuz” diye sordum.
Detaylara girdi. Çok ilginç söylemlerde bulundu.
Uzatmayayım. Ne de olsa hukuki süreç devam ediyor.
Sayın Aydoğdu... Siz hiç endişe etmeyin.
Bizi kimse kullanamaz.
Yeter ki siz sözünüzün ya da imzanızın arkasında durun.
Gerisi kolay.
Selahattin Aydoğdu’nun dünkü açıklaması sonrası Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ve Galatasaray Kulübü de birer açıklama yaptı.
TFF ve Galatasaray, Aydoğdu’ya büyük tepki gösterdi.
Cevap hakkına saygı gereği tüm açıklamaları aynen aktarıyorum.
Önce Selahaddin Aydoğdu:

“Değerli Basın Mensupları;
Son dönemde basında çıkan haberler üzerine işbu açıklamayı yapma gereği duymaktayım. Öncelikle bir eleman işverenini“rezil de eder vezir de’’. Her ne kadar ilişiğini kesmiş olsak da bu kuyruk acısıyla türlü cambazlıklar sergileyen eski elemanımız adına tüm kamuoyundan kendim ve kurumum adına özür dilerim.
Ülkemizin milli meselesi olan 15 Temmuzun yıldönümünde, sarhoş bir şekilde beni telefonla arayıp, kabadayı gibi tehditler sarf edip sonra da iki damadıyla birlikte kendisini hukukun üzerinde görerek, işletmemi basmaya gelen; o günlerde milli takım antrenörü olan kişi, kendisine ve başında bulunduğu milli takım görevine yakışmayacak tarz ve tavırlar içinde, bir kabayı edasıyla geldiği işyerimden damatlarını da orada bırakarak arkasına bakmadan kaçmıştır.

Yargıya intikal etmiş bir konu hakkında konuşmak istemem fakat o döneme ait bütün bilgi, belge ve kamera kayıtları ortada olup; işin hakikatini göstermektedir. Ancak, bütün bu üzücü olaylardan daha vahim olan husus; ilgili şahsın hala çirkin bir şekilde bir kısım medyayı da kullanarak kamuoyunu aldatıp, ahlaka uymayan davranışıyla kamuoyunda zedelenen imajını düzeltme çabasıdır.

Bilinmesini isterim ki, her ne sebep olursa olsun şiddet aslı itibariyle kötü ve tasvip edilemeyecek bir fiildir. Düşüncemin bu olmasına karşın,  ilgili şahıs hala sanki kavga etmek güzel bir olaymış gibi gençlerimize ve Türk halkına “önemli olan şeyin kimin dövüp dövmediği” hususunu tartıştırmaktadır.

Açıklamamın devamında da belirteceğim üzere keşke,  futbol gibi gençlerimize iyi ahlak ve centilmenlik aşılaması gereken bir sporun içinde olan ve ayrıca olay günü milli takımımızın başında bulunan bu şahıs, ailesi ile birlikte mafyavari hareketlerle, örf ve adetlerimizin tersine sarhoş bir şekilde bana ve çalışanlarıma saldırıp kendini ve içinde bulunduğu camiayı küçük düşürmeseydi.

Bana ve çalışanlarıma yapılan bu saldırı karşısında meşru müdafaa hakkımı kullanmam ve kendisi ve damatlarını etkisiz hale getirmem en doğal hakkımdır. Beni ve o şahsı tanıyanlar meşru müdafaa hakkımı nasıl kullanacağımı çok iyi bilirler.

Bu komik “terbiyesizlik yaptım, kendime ve temsil ettiğim camiaya leke sürdürdüm ama dayak yemedim” çabasını beni bilen, seven dostlarımın ve değerli kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.

TERİM BENİM ÇALIŞANIMDI
Son dönemde basında çıkan haberlerde kaçıp giden teknik direktör değilmiş gibi; şahsım için Beni gördüğü yerde bir metre uzaktan önünü ilikleyip müsaade almadan masaya oturamayan… telefonlarımı zannediyorum korkudan açmadı gibi ifadeler kullanmıştır. Öncelikle belirtirim ki; olayın yaşandığı tarihte ben, bu teknik direktörün üstü ve işvereniydim. Bu teknik direktörün, yöneticisi olduğum TFF’de benim ve diğer yöneticilerin bulunduğu ortama nezaket gereği hem üstü hem de işvereni olduğum için kapıyı çalmadan giremeyeceği kamuoyunun malumudur. Tarafımın restoran zinciri işletmesi sebepli, her misafire gösterdiğim saygı ve nezaketi mekânıma geldiğinde elemanıma da gösteririm. Bu işletmecilik prensibimdir. Kendisinin aksine ben prensipleri ve duruşu olan, söylediği sözün arkasında duran bir yapıya sahibim. Kendisine de böyle olmasını tavsiye ederim. Bu kendisine has bir tavır değildir. Öyle hissetmesine sebep olduysam ne mutlu.  

KORKMASIN DÖVMEYECEĞİM
Temsil ettiğim kurumun eski elemanı olan bu teknik direktör ve yanında gelen damatları olay çıkararak, bana ve çalışanlarıma saldırmışlardır. Fakat gösterdikleri tepkiye misliyle karşılık alınca bu teknik direktör kaçarak işyerimden gitmiştir. Aradan geçen zamanda Alaçatı’daki evine uğrayamaz, bırakın evine uğramayı Çeşme sınırlarına dahi giremez olmuştur. Buradan kamuoyuna söz veriyorum; gördüğüm yerde dövecektim ama o kadar korkmuş ki, bu korku ona yeter. Artık görürsem dövmeyeceğim. Korkmasına gerek yok. Alaçatı’ya gelebilir. Araya ortak tanıdıklarımızı sokmasına da gerek yok. Korkma hoca efendi senin cezanı mekânımı bastığında verdim. Kalan cezanı geç de olsa Yüce Türk Adaleti verecektir. Bunu hepimiz göreceğiz.  

BANA SAYGISIZLIĞINDAN DOLAYI KOVULDU
Kamuoyunun İstanbul 17. İş Mahkemesinde takip ettiği, bu teknik direktör ile TFF arasındaki davada; davacı Fatih Terim “İşçi”, TFF “İşveren” konumundadır. Fatih Terim’in iş sözleşmesi İş Kanunu’nun 25/2-b ve d bentlerine göre, yani işçi Fatih Terim’in işvereni TFF’nin yöneticisi konumunda olan şahsıma saldırısı sebepli feshedilmiştir. Bu durum kimin kimden müsaade alması gerektiğini sanırım özetlemeye yetecektir.

BOĞAZINDAN GEÇECEKSE SÖZÜM YOK
Yöneticisi olarak bana yaptığı terbiyesizlik sonucunda işine son verilen eski elemanım gerek TFF ile sözleşme yaparken tazminat ile ilgili sorulan sorulara küçümser tavırla “benim tazminatlarla işim olmaz” diye açıklama yapmasına, olay sonrası yaptığı açıklamalarda da TFF’den para almayacağını, herhangi bir talebi olmayacağını söylemesine rağmen sözünün arkasında durmayıp utanmadan hak etmediği parayı mahkeme aracılığıyla TFF’den talep etmiştir. Bu arada TFF tarihinde hiçbir milli takım teknik direktörünün ayrılırken tazminat talep ettiğini hatırlamadığımı da belirtmek isterim. Şikâyetçi olduğumuz davaların aksine mahkeme 4 ay gibi kısa bir sürede sonuçlanmıştır. Mahkeme kararına saygı duyuyorum. Ancak ona verilecek para Türk halkının parasıdır. Boğazından geçecekse söyleyebileceğim hiçbir şey yoktur. Ancak benim şikâyetlerime ilişkin, kamera kayıtları ve kamuoyunun tepkisine rağmen davanın sonuçlanmasını bırakın iddianame dahi hazırlanamamış olması oldukça düşündürücüdür.

TÜRK YARGISINI YANILTMAK SUÇTUR
Eski elemanım ve yanında getirdiği kişiler basına yansıyan ifadelerinde ne de güzel ağız birliği yapmışlar. Kelimesi kelimesine aynı ifadeler. İyi çalışmışlar. Ama Türk Yargısını yanıltmak suçtur. Bunu unutmamak lazım. O günlerde ben güya mekân işletmecisi olan kadın akrabasını taciz etmişim. Ağız birliği ile verdikleri ifadelere karşın hanımefendinin ifadesinde taciz iddiasına ilişkin tek bir kelime bile bulunmamaktadır. Madem kadın akrabalarını korumak için geldiler sonrasında neden hanımefendiyi olay yerinde bırakarak arkalarına bakmadan kaçıyorlar? Sözde iddia ile mekân basmaya, kabadayılık yapmaya, hanımefendiyi korumaya gelip hanımefendiyi bırakarak gitmek mi kabadayılık? Bir insan hata yapabilir, kızabilir, sinirine yenilebilir, çevresindekilerin dolduruşuna gelebilir anlarım. Ancak bir kavga olayında bir kadını hem de bu şekilde rencide edecek bir konuyla kendini aklamaya çalışmak, bugün ben adamım diyen kimseye yakışmaz. Kendi kuyruğunu kurtarmak için bir kadını, hem de ailenden bir kadını nasıl böyle zan altında bırakabiliyorsun?

ADALET AKSAYABİLİR ANCAK HİÇ YANILMAZ
Herhalde sayın savcımız ve değerli emniyet mensuplarımız bu teknik direktör kaçıp evinde saklandığı için onun ifadesini alamadı. Daha sonra avukatlarım dosyayı incelediklerinde ve savcılıktan gerekçesini sorduklarında, bu teknik direktörün adresinin Bodrum olduğu, oraya talimat yazıldığı için ifadesinin alınmadığı belirtilmiştir. Oysa benim de yasal adresim Çeşme değil; İstanbul ve Adana’dır. Sayın savcılık ve emniyet makamı şikâyetçi/şüphelilerden biri olan teknik direktör için Bodrum’daki adli birimlere yazı yazarken; benim ifademi neden 16.07.2018 tarihinde gece yarısı, üstelik hakkımda herhangi bir gözaltı kararı yokken Çeşme’de aldığını, ben aynı gün ifade verirken teknik direktörün ise neden olaydan bir ay sonra ifade verdiğini kamuoyuna umarım açıklayacaktır. Aleyhime açılan ceza dosyalarında da görülmektedir ki; iddia edilen hiçbir suç, şikâyet olmadan emniyetin kendiliğinden soruşturabileceği cinayet, silahlı yaralama gibi suçlardan değildir.

ŞİKÂYET YOK, İŞGÜZAR ÇOK
Hatırlatmak gerekirse, basınımız arşivini incelerse görecektir ki; 16.07.2017 saat 22:30’da şüpheli sıfatıyla 2. kez ifademe başvurulmuş, 03:00’da polis merkezinden ayrılmıştım. Hatta bu gözaltına alındığım şeklinde haberlerin çıkmasına neden olmuştu. Yine hatırlatırım ki; o tarihte bu teknik direktörün bir şikâyeti veya savcılık soruşturması yoktu. Aksine benim şikâyetim vardı. Buna rağmen bu teknik direktörümüzü seven polisimiz ve savcılığımız şikâyete bağlı bir suç değilmiş gibi kamu adına bu işlemleri yapmıştır. Bu olaylar yaşandıktan ve avukatlarımın müdahalesinden sonra ancak 18.07.2017 tarihinde bu teknik direktörün şikâyeti gündeme gelmiştir. O dönemde avukatlarım beni uyarmış ise de emniyet ve savcılık teşkilatımızın yıpranmaması adına bunları dile getirmemiştim. Her hukukçu dosyayı incelediğinde bu hususları görecektir.

BEN ADALET İSTİYORUM
Benim hakkımda 15.07.2017 ve bu teknik direktörün 18.07.2017 tarihli şikâyetinden sonra 5 adet ceza dosyası oluşmuştur. Bunlardan 4 tanesinin davası açılmış ne var ki benim şikâyetçi olduğum dosyanın davası hala açılmamıştır. Biri hariç hepsinde ben sanığım. Bu da herhalde (!) dosyayı yürüten savcı beyin iş yoğunluğundandır. Teknik direktörün şikâyetçi olduğu dosyalar hızlı bir şekilde açılıp, şikâyetçi sıfatıyla ifadeler verilip, aynı hızla basına servis edilirken nedense teknik direktörün işyeri basmaktan dolayı savunması alınması gereken dosyada bir türlü gereken yapılamamaktadır. Şunu anlamış değilim; mekan basmak bilindiği gibi suçtur. Ama nedense tanınmış biri mekan basınca bu suç olmuyor herhalde. Bu suça ilişkin içerde yatan bir çok vatandaş var. O zaman bu insanların suçu ne?

Bu teknik adamın, şüpheli olarak göründüğü tek dosya da ikrar (yani kabul) niteliğinde delil olması sebebiyle kendisi dava açılmasını istediğinden hakkında iddianame düzenlenmiştir. Teknik direktör aksi yönde açıklama yapsa, ondan da iddianame düzenlemeyecekti herhalde. Unutmadan savcı şahsımla ilgili bazı dosyalardan takipsizlik kararı vermiş ama mahkeme ille de dava aç demiştir. Ama benim şikâyetçi olduklarımda henüz dava açılamamıştır. Sadece başlı başına delil olan ve o gece hepsi teslim edilen güvenlik kamerası görüntülerini sanırım dosyayı inceleyenler izleyemedi. Aslında mekânıma giren eski elemanım ve yanında getirdiği kişilerin beklemedikleri tepkiyle karşılaşınca şok olup, nasıl arkalarına bile bakmadan koşar adım kaçıp gittikleri çok net görünüyor.

DOKTORU ANLADIM DA MAKYÖZ NEDEN?
Benim şikayetime karşılık eski elemanımın herhangi bir şikâyetinin olmamasına rağmen ilgili savcılık ve emniyet gece yarısı, şüpheli sıfatıyla ifademi aldı. Bu ifadeler alınırken de her kavga olayında olduğu gibi sağlık raporu alındı. Hukukçuların, polislerin ve tıpçıların bildiği gibi ifadeyle birlikte adli tıptan veya ilgili sağlık kuruluşundan polis nezaretinde alınan rapor adli süreçteki en hafif yaralanmayı gösteren rapor şeklidir. Yani ben herhangi bir şekilde özel darp raporu veya sağlık raporu alıp dosyaya sunmuş değilim. Mekânımı basan eski elemanım apar topar kaçmasaydı, şikâyetim üzerine onun da sağlık raporu olacaktı. Basına olaydan bir gün sonra verdiğim demeçte de belirtiğim gibi, ikimiz de birbirimize yumruk attık. Ben dün ne söylediysem bugün de onu söylüyorum. Kıvırmıyorum. Eski elemanım mekânımı bastığı için dayağımı yemediyse neden Bodrum’a kaçıp iki gün kapının önüne bile çıkamadı. İddiaya göre evine hem doktor, hem makyöz gitmiş. Doktoru anladım da, makyöz morlukları kapatmak için mi? Bilemedim. Neyse orasını belki bir gün kendisi açıklar.

DAYAK ATAN DEĞİL, YİYEN KAÇAR
Bununla beraber bütün bu üzücü olaylardan daha vahim olan teknik direktörün son günlerde bir kısım medyayı kullanarak zedelenen imajını aldatıcı ve ahlaka uymayan davranışlarla düzeltmeye çalışma çabasıdır. Açıklamamın başında da belirttiğim üzere, her ne sebeple olursa olsun şiddet kötü ve tasvip edilemeyecek bir fiildir. Ancak teknik direktör sanki kavga etmek güzel bir olaymış gibi gençlerimize ve Türk Halkına “önemli olan kimin dövüp kimin dayak yediği” olgusunu tartıştırmaktadır. Basında çıkan haberlerle; sanki ben o zamanlar elemanım olan teknik direktörden dayak yemişim gibi servis edilmeye çalışılmıştır. Haberlere dayanak olarak ise ifade tutanağım gösterilmektedir. Her ne kadar tasvip etmesem de hepimiz çocukken veya maçlarda tribünlerde kavga etmişizdir. Bu kavgaları edenler de bilir ki dayağı atan değil dayağı yiyen veya polise yakalanacağım diye korkan kaçar. Dayak yiyen ben olsaydım teknik direktör ve yanındaki kişiler arkalarına bakmadan kaçtıktan sonra üzerime yağan sandalyelerden tıpkı kendisi gibi kaçardım. Ancak bu teknik direktörün “terbiyesizlik yaptım, kendime ve temsil ettiğim camiaya leke sürdürdüm ama dayak yemedim”çabasını değerli kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

Keşke sporun içinde bulunan hatta olay günü Türk Futbol Milli Takımının başında bulunan bu şahıs, ailesi ile birlikte mafyavari, örf ve adetlerimizin tersine sarhoş bir şekilde bana ve çalışanlarıma saldırıp kendini ve içinde bulunduğu camiayı küçük düşürmeseydi. Bana ve çalışanlarıma yapılan bu saldırı karşısında meşru müdafaa hakkımı kullanmam en doğal hakkımdır.

SÖZLERİMİN ARKASINDAYIM AMA KORKUP KAÇANA VURAMAM
Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2018/199 E. sayılı dosyasında şahsım hakkında bu teknik direktörü tehdit etmekten ve hakaretten dava açılmıştır. Gerekçesi olayın ertesi günü basına yaptığım röportajdır. Bu röportajda “dükkanımı basmaya geldi ama 2 dakikada kaçtı, KABADAYILIK ETMEYE GELEN ADAM, KAVGA ETMEYE GELEN ADAM KAÇAR MI YA; delikanlı adam kaçar mı ya, BENDEN DAYAK YEDİ İKİ DAKİKA İÇİNDE KAÇTI,ERKEK ADAM KAÇMAZİKİMİZ BİRBİRİMİZE YUMRUK ATTIK, KORKAK ADAM KAÇMAZ, GÖRDÜĞÜM YERDE DE DÖVECEĞİM, ARAYA DA ADAM SOKMASIN, DELİKANLIYSA ADAM SOKMASIN, MAÇ DAHA BİTMEDİ, DAHA İLK YARI BİTTİ” dediğim için hakkımda hakaret ve tehditten dava açılmıştır. Ben o sözlerimin arkasındayım. Ancak dayak bir kere atılır. Korkup kaçana el kalkmaz. Bundan sonra cezasını yargımız verecek.

HEM DAYAK ATTIM DE, HEM DE KORKUYORUM DİYE ŞİKÂYETÇİ OL
Madem dövmüş, tokatlamış, dayak atmış bu eski elemanım niye kendisi benim bu açıklamalarımdan korkmuş, dayak yiyeceğim diye tehdit altında hissetmiş ve şikâyetçi olmuştur. Kendisine güvenen adama ben seni gördüğüm yerde döveceğim deseniz o tehdit olur mu? Mahkemeye gelirse soracağım kendisine “çok mu korktun seni döveceğim dedim diye de gittin şikâyetçi oldun” diye. Vereceği cevabı hep beraber göreceğiz. Ben bu lafı kabadayı adama söylesem kabadayı korkar mı, beni tehdit ettiler der mi? Basınımız Fatih Terim dövdü, dayak attı diye haber yaparken, döveceğim denmesinden korktu ve tehditten dolayı şikâyetçi oldu diye neden haber yapmadılar anlamadım. Onu da gazeteciler daha iyi bilecektir.

Bu açıklamalarımı sizin aracılığınızla kamuoyuna saygıyla duyuruyorum. Açıklamalarımdaki her şeyi her hukukçu ve ilgili basın mensubu merak etmesi halinde Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesindeki 3 dosyada, Bodrum Asliye Ceza Mahkemesinde 1 dosyada ve benim şikâyetçi olduğum ama bir türlü soruşturması tamamlanmayan Çeşme C.Başsavcılık dosyasında inceleyip görebilecektir.

Bu incelemede dikkatle bakılırsa teknik direktörün yaptığı bütün şikâyetlerden dava açılmış ama benim şikâyetçi olduğum işyerini basma suçundan ise halen ne bir dava açılmış ne de takipsizlik kararı verilmiştir. İncelemede şikâyet yokken benim şüpheli olarak ifademin alındığını, ifadeden 2 gün sonra ancak şikâyetin yapıldığını da herkes görecektir. Bu ve diğer hukuka aykırılıkları kapatmak isteyenler, olayın başka bir yanını köpürterek, benim elemanımın seviyesine inmemi beklemektedirler. Evet, eski elemanım bir hata yapmıştır. Bedelini de hemen oracıkta ödemiştir. Kalan bedeli de Yüce Türk halkı önünde bu dava sonunda ödeyecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 02.08.2018
Türkiye Futbol Federasyonu ve Galatasaray'ın açıklamalarını da aynen yayımlıyorum.
Türkiye Futbol Federasyonu:
  • “TFF Yedek Yönetim Kurulu üyesi Selahattin Aydoğdu'nun bugün bazı medya organlarına sorumsuzca yapmış olduğu açıklamaları üzüntüyle karşıladık ve hiçbir şekilde tasvip etmiyoruz. Özellikle konuyla ilgili hukuki süreç devam ederken yapılan bu uygunsuz açıklamaların Türkiye Futbol Federasyonu'nu kesinlikle bağlamadığını önemle ifade etmek isteriz.
  • Türkiye Futbol Federasyonu ile hiçbir şekilde bağdaşmayan bu tutum ve davranışları, Federasyonumuz bünyesinde görmek istemediğimizi kamuoyunun bilgilerine sunarız.”
Galatasaray:
  • “TFF Yönetim Kurulu yedek üyesi Selahattin Aydoğdu isimli şahsın bugün bazı medya organlarına Teknik Direktörümüz Sayın Fatih Terim hakkında yapmış olduğu sorumsuz ve küstahça açıklamaları esefle ve şiddetle kınıyoruz. Adı geçen şahsın Genel Kurul üyeliğinden tedbirli olarak ihracı ve ihraç kararı alınıncaya kadar Galatasaray tesislerine alınmaması için gerekli düzenlemeler yapılacaktır.”

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Kulüpler nasıl soyuluyor?


Uygulama şöyle: Bir menajer, bir futbolcunun yıllık ücreti üzerinden genelde yüzde 10 komisyon alıyor.
Futbolcu yıllık 1 milyon Euro’ya imza attıysa eğer... Menajere 100 bin Euro.
Sözleşme 4 yıllıksa... Menajere 400 bin Euro... Hem de genelde peşin veriliyor.
Olayın ana hattı bu... Tabii futbolcunun yaşı ve performansı doğrultusunda bu oran değişebiliyor. Artabiliyor ya da azalabiliyor.
Belirteyim. Bu yüzde 10 komisyon, cambaz menajerler için adeta fındık fıstık... Çerez.
Asıl yedikleri çok daha değişik. Çok daha fazla. Çok daha insafsız!
Peki, cambaz menajerler nasıl çalışıyor? Anlatayım.
Diyelim ki... Hamburg’tan bir futbolcu alınacak. Adı Hans... Hamburg bu Hans için 2 milyon Euro bonservis bedeli talep ediyor. Hans’ın istediği yıllık ücret ise 750 bin Euro.
Ülkemizde hangi kulüp alacak bu futbolcuyu? Ataryemez!
Cambaz menajerler bir plan yapıyor. Bakın neler oluyor:
Hans’a “Yıllık 750 bin Euro istiyorsun, değil mi? Lafı mı olur! Sana yıllık 1 milyon Euro... Ama bizim de senden bir ricamız var. Sözleşmene yıllık 2 milyon Euro yazılacak. Aradaki yıllık 1 milyon Euro’luk fark bizim olacak. Seninle 4 yıllık sözleşme imzalanacak. Paralar senin hesabına yattıktan sonra sen de aradaki farkı bize aktaracaksın” deniliyor.
Hans’a ayrıca “Senin için 2 milyon Euro da imza parası tahsil edeceğiz. Bu para da bizim olacak” uyarısı yapılıyor.
Hans kabul ediyor tabii. Niye etmesin! İstediğinden fazlasını alacak. Verginin tamamını da Ataryemez ödeyecek!
Bitmedi. Bonservisi ne kadardı Hans’ın? 2 milyon Euro... Ataryemez’in kasasından 5 milyon Euro çıkartılıyor. Bu 5 milyon Euro, Hamburg’a veriliyor. Hamburg da daha önce yapılan karşılıklı anlaşma gereği aradaki 3 milyon Euro’yu cambaz menajerlere komisyon olarak geri veriyor.
Sonuç olarak... Böyle bir atraksiyon herkesin işine geliyor.
Menajerler tonla para çalıyor.
Hamburg’un kasasına sıcak para giriyor. Üstelik yaşlı Hans’tan kurtuluyor.
Hans da istediği ücretin fazlasını alıyor.
Tüm bu paralar bizim Ataryemez’den çıkıyor!
Toparlayayım... Cambaz menajerler cebe ne indirmiş oluyor? Yıllık 2 milyon Euro üzerinden hesaba başlarsak... Yüzde 10’dan 4 yıllık komisyonun toplamı 800 bin Euro. Ayrıca... Aradaki 1 milyon Euro’dan 4 yıllık ücret farkı... Yani 4 milyon Euro... 2 milyon Euro da imza parası... Bitmedi. 3 milyon Euro da aradaki bonservis farkı.
Ne etti? 9 milyon 800 bin Euro!
Merak edebilirsiniz, “Bu paranın hepsi menajerlerin cebine mi giriyor” diye. Cevap veriyorum: Hayır!
Şu gerçek hiçbir zaman unutulmasın. Bu tür soygunlarda... O kulübün içinden ya da çevresinden, cambaz menajerlere her zaman çok büyük destek gelir.Zemin hazırlanır. Çünkü kimse aptal değil. Neyin ne olduğunu herkes bilir.
Böyle bir operasyonun ardından ne mi olur? Paralar paylaşılır. Yöneticiler de payına düşeni alır.
Bu anlattıklarımı bu camiada bulunan hemen herkes bilir. “Bilmiyorum” diyen piyasaya ya yeni gelmiştir ya da ısınma aşamasındadır.
Haksızlık yapmayayım. Nadir de olsa düzgün çalışan menajerler ve yöneticiler de var elbet.
İşin özünde ne oluyor? Kulüplerimiz batma noktasına geliyor.
Hani, demem o ki... 2 gün sonra transfer dönemi başlıyor.
Her türlü soyguna karşı dikkatli olalım lütfen.